Ömer’in yolu
Atilla Sağım..
Ömer’in yolu
Türk
siyasetinin yeni merkez sağ partisi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen İYİ
Parti yayımladığı “ Ömer’in yolunda” videosuyla adaletin önemine bir kez daha
dikkat çekti.
Çocukluk
yıllarımdı televizyonlar yeni evlere girmiş Salı günleri Türk filmleri satı vardı,
1973 yılı yapımı Osman F. Seden’in yönettiği Cüneyt Gökçer, Fatma Girik ve
Ünsal Emre gibi değerli sanatçıların rol aldığı “ Hz. Ömer’in adaleti” filmini
izlemiştim Hz. Ömer ile ilk tanışmamdı.
Akıl baliğ
olduğumuz dönemlerde Hz. Ömer’in hayatını okuduğumuzda o’na sevgimiz daha
büyüdü ama iş sadece sevgi beslemekle olmuyor onun adalet anlayışını uygulamak
yaşamak gerekiyor.
Ömer bin
Hattab’ın babası Hattab bin Nüfeyl putperesti, annesi Hanteme bint Haşim ise çocuklarına
düşkün bir ev hanımıydı.
Ömer o zamanlar
erken yaşta okur-yazarlıktan nasiplenen nadir çocuklardandı, Arap edebiyatına
ve gençliğinde başta Roma ve Pers şehirlerinde tüccarlık yıllarında fikir
sohbetlerine katılmasını seven bir yapıya sahipti.
Ortadoğu coğrafyasında
cahiliye döneminin zirve yaptığı yıllarda Mekke ve dünya için insanlık adına yeni
sözlerle Abdullah oğlu Hz. Muhammed çıktı ve tüm dengeler değişti. Bu
değişimden kısa sürede herkes etkilendi ama din ile ticareti bir gören
tüccarların ve Mekke’nin yöneticilerinin işlerine gelmedi.
O günlerde
Mekke’de putperestliğin merkezi konumunda bir şehirdi, Hz. Muhammed Allah kelamında “(Allahım!) Yalnız sana ibadet
ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil”
diyordu Fatiha suresinde, bu anlayış üç yüzden fazla put’u bünyesinde barındıran Mekke’nin o dönem
medeniyetini temellerinden sarsmaya yetti, en fazla etkilenenlerden biri Ömer
bin Hattab’tı.
Ömer Mekke’nin
din bezirganı tüccarların kışkırtmaları sonucu Hz. Muhammedi dahi öldürmeyi
düşündü ama okuryazar olması dönemin diğer medeniyetlerini kendi medeniyetiyle
kıyas etmesi yanlıştan kısa sürede dönmesine neden oldu ve Müslümanlığı seçti.
İslam peygamberi
Muhammed'in ölümünün ardından Ebû Bekir'in iki yıllık halifeliğinin ardından
Ömer halife oldu. Hz. Muhammed’den sonra İslam’da en fazla iz bırakan Hz. Ömer
oldu.
Ömer döneminde
adalet ve Beyt-ül mal gibi değerler başta olmak üzere İslam özüyle anlatılmaya
ve yaşanmaya çalışılmış lakin vergide adaleti sağlamasına rağmen vergiyi çok
bulan Mugire bin Şu'be'nin kölesi olan
Ebû Lü'lüe tarafından sabah namazında hançerlenmiş üç gün sonra şehit olmuştur.
Ömer’in
vefatından sonra bıraktığı en büyük mirası adaletiydi ama bu miras kısa sürede
mirasyediler tarafından tüketildi ve son halife Hz. Ali’den sonra İslam
coğrafyasında asrısaadet veya gül dönemi bitmiş İslam coğrafyasında kan ve
gözyaşı hiç bitmemiştir günümüze kadar gelmiştir.
Siyasetçilerimiz
her ne kadar Hz. Ömer’in adaletini savuna dursunlar lakin işin gerçeği çok
farklı.
Geçtiğimiz
gün gazeteci büyüğüm Tolga Şardan t24.com.tr haber sitesindeki köşesinde “Küresel
organize suçlarla mücadele” raporunu yayımladı. (https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sardan-buyutec/kuresel-organize-suclarla-mucadele-raporunda-turkiye-icin-ne-deniliyor-devletle-baglantili-suc-orgutleri-yogunlukta,33014)
Raporda 3-4 Hıristiyan
ülke haricinde suçların en çok işlendiği ülkeler İslam coğrafyasının ülkeleri.
Tolga Şardan
yazısının giriş bölümünde “Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel
Girişim’in raporunda Türkiye, BM’de temsil edilen 193 ülke içinde organize
suçların en yoğun gerçekleştiği 12. ülke! Türkiye, kıtalar arası tabloda
Asya’da beşinci Avrupa’da ise birinci sırada. Yapılan tespitlere göre; Türkiye,
“yüksek suç yoğunluğu – düşük yoğunluklu mücadele” grubunda yar alıyor”
tespitinde bulunuyor.
İslam’ın
kuralları değişmediğine göre bu kurallar halen geçerli demektir, o zaman neden
halen Ömer’in yolunu aramaktayız, hata nerede veya kimde?
Sanırım Ömer’in
yolu günümüz inanları için sabah namazında sırtından hançerlendiği Medine’de 3
Kasım 644 yılında kaldı.
Ne dersiniz?
Hz. Ömerin adaletini; İslâmı anlayan, kulaktan değil, okuyarak sorgulayan müslümanlar sahneye çıkar/ çıkabilirse tekrar yaşaya biliriz. Bunun içinse, Kuran'ı Türkçe okuyabilmek, duaları/yakarışlarımızı anlaşılabilen lisanımızla yapmamız gerekir. Ruhban sınıfının; Hacı, Hoca, İmam vs nin, kulla yaradan arasına vasıta kılınmaması gerekir... Fakat bunların eğitim seviyesi ortalamasının ilk okul 4.-5. sınıf seviyesinde olan toplumumuzda gerçekleştirilmesi zor, hatta şimdilik imkânsız görünüyor. Dilerim, Türk Toplumu bir gün bu bilince erişebilir.
YanıtlaSil